15 Ekim 2007 Pazartesi

AMASYA'DAN BUNLARI YAPAMADAN DÖNMEYİN

Amasya Müzesinin Mumyalar bölümünü ve Hitit Tanrı Heykelini (Teşup) görmeden,
Yeşilırmak Yalıboyu'nda Amasya Evlerini gezmeden,
Kral Kaya Mezarlarını ziyaret etmeden,
II. Bayezid Külliyesi,
Bimarhaneyi gezmeden,
Borabay gölünü görmeden,
Amasya Misket elması yemeden,...
DÖNMEYİN

AMASYA TARiHi

İlkçağda Amaseia adıyla bilinen kent, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerindendir Kentin adı MÖ 1400’lere tarihlenen hitit metinlerinde Hakmiş olarak geçer. Metinlere göre Muvatallis ve Mursilis III dönemlerinde Hattuşili III burada bağımsız bir hükümdar gibi davrandı, Kaşkalar’ın saldırılarını püskürterek kuzeye çekilmelerini sağladı. Kent, hellenistik Pontos krallığı döneminde önem kazandı. Mithridates I Ktistes’in yaklaşık MÖ. 300’de kurduğu krallığın, Sinop’un Pharnakes I tarafından MÖ 183’te ele geçirilmesine kadar başkentliğini yaptı. Bundan sonra da Zeus Stratios tapınağına yakınlığı (Mithridates Vl Eupator tarafından yaptırıldı) ve pontos krallarının anıtları dolayısıyla krallık için önemli bir kent olma özelliğini korudu. Amasya MÖ. 70’te Romalı general Lucullus tarafından ele geçirildi. Pompeius’un yeni yönetim birimi Bithynia ve Pontos’un içinde yer aldı (MÖ. 64). Antonius tarafından bilinmeyen bir hanedana verildi ve MÖ 3-2 arasında Galatia’ya katıldı. Diocletianus ve Constantinus’un yaptığı düzenlemelerde Diospontos’un anakenti (metropolis) oldu. İmparator Phokas burada bir saray ve kilise yaptırdı. Sasani hükümdarı Hüsrev Perviz zamanında İran yönetimine geçen kent, imparator Herakleios tarafından geri alındı. Kısa bir süre Arapların eline geçti. Malazgirt Savaşı’nın ardından, Melik Danişmend Gazi XI. yy. 'ın Sonlarına doğru kenti zapt etti. Birinci haçlı seferinde Ankara ve Çankırı’yı ele geçiren Raimond de Toulouse Amasya üzerine yürüdüyse de Türkler tarafından ağır bir yenilgiye uğratılarak çekilmek zorunda bırakıldı. Anadolu Selçuklu sultanı Kılıç Arslan II Danişmentli devletine son vererek Amasya’yı Selçuklu topraklarına kattı (1177). Selçuklu döneminde kentte yoğun bayındırlık etkinlikleri oldu ve Amasya Anadolu’nun önemli bir kültür merkezi durumuna geldi. 1192’de Kılıç Arslan II Anadolu Selçuklu devletini oğulları arasında bölüştürdüğünde, Amasya Nizamettin Argun Şah’a düştü. Sultan Alaettin Keykubat I döneminde (1220-1236), Moğol saldırılarından kaçan Harizmliler buraya yerleştirildi. Babailik’in kurucusu Baba İshak, görüşlerini Kefersut dolaylarında yaydıktan sonra Amasya’nın bir köyüne yerleşti. Amasya, Sivas, Çorum, Tokat bölgesinde etkisini artırdı. Gıyasettin Keyhüsrev II’nin Amasya subaşılığına atadığı Armağanşah, Baba İshak’ı kale burcuna astı. Bunu haber alan Türkmenler, Amasya’ya saldırdılar ve Armağanşah’ı öldürdüler. Kent Moğolların Anadolu’ya egemen olduğu dönemde de önemini korudu. 1342’ de Sivas naibi Eretna’nın eline geçti. Daha sonra kente emir Hacı Şadgeldi Paşa egemen oldu. Şadgeldi, Kadı Burhanettin ile yaptığı bir savaşta ölünce kent, Oğlu Ahmet Bey’e kaldı. Ahmet Bey, Kadı Burhanettin’in baskısı karşısında Amasya’yı Osmanlılar’a teslim etti (1393). Yaklaşan Timur tehlikesine karşı kentin valiliğine şehzade Çelebi Mehmet getirildi. Ankara savaşı’ndan (1402) sonra kentin eski valıs Çelebi Mehmet, Timur’a bağlı olarak Amasya merkez olmak üzere Sivas, Tokat yörelerine egemen oldu. Kardeşleri ile giriştiği taht kavgasında Amasya’yı üs olarak kullandı. Osmanlı padişahları Murat II, Mehmet II (Fatih), Bayezid II şehzadeliklerinde Amasya’da vali olarak bulundular. Murat II ile Selim I (Yavuz) Amasya’da doğdu. Bayezit II’nin oğlu Ahmet, kardeşi Selim’e karşı taht kavgasına giriştiğinde Amasya valisi idi. 1512’de şii ayaklanmacı Şahkulu’nun halifesi Baba Zünnun bir baskınla Amasya’yı ele geçirdi ise de Yavuz Sultan Selim’in Amasya beylerbeyliğine atadığı Mustafa Paşa kenti geri aldı. Mısır seferi (1516-1517) sırasında Baba Zünnun ve Şeyh Celal kenti yağmaladılar. Amasya, 1518’de sancak yapılarak Sivas’a bağlandı. Şehzade Mustafa kentin valiliğine atanınca bağımsız sancak durumuna getirildi. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden sonra yeniden Sivas’a bağlandı. Kanuni Sultan Süleyman, Nahcivan seferinden dönerken Amasya’ya uğradı. Avusturya elçisi Bushbecg’i burada kabul etti.İran ile Amasya antlaşması burada imzalandı. XVI. yy.’ın sonlarından başlayarak Amasya ve yöresinde başgösteren ayaklanmalara Kuyucu Murat Paşa son verdi (1608). Bu tarihten sonra kent ve yöresinde önemli bir kargaşa olmadı. XIX. yy.’ın ikinci yarısının başlarında kentte yaklaşık 25 000 kişi yaşıyordu. Bunların 2 000’i öğrenciydi ve 18 medresede öğrenim görüyorlardı. Ulusal Kurtuluş savaşının ilk günlerinde Mustafa Kemal Paşa, Amasya Genelgesi’ni burada hazırladı (21 haziran 1919). Anadolu ve Rumeli Müdafaii hukuk cemiyeti temsilcileriyle İstanbul hükümeti temsilcileri arasındaki görüşmeler burada yapıldı (Amasya Protokolü 20-23 Ekim 1919). Cumhuriyetin ilanından sonra Amasya il merkezi oldu.

AMASYA’NIN KÜLTÜREL ÖZELLİKLERİ

Evlenme Adetleri: Yörede evlenme yaşı yirmili yaş civarıdır. Genellikle tek eşliliğin tercih edildiği yörede, akrabalarla evlendirme isteği ön plandadır. Mirasın bölünmemesi amaçlandığından alınacak gelinin veya damadın aynı kültürden, tanıdık bir yerden olması da etkendir. Bir genç evlenme isteğini ailesine hissettirebilmek için, babasının ayakkabısının birisini ters çevirir, bazen de ayakkabıyı kapı eşiğine çivi ile çakar veya baba yanında iken ayakkabısını ters giyer (sağ ayakkabı sola, sol da ayakkabı sağa). Bu; ‘beni evlendirin’ anlamına gelir. Genç kızlar, evlenme isteklerini bazen davranışlarındaki canlılıkla, bazen de aile fertleriyle geçimsizlik olarak dışa vururlar. Evlenemeyen kızların kısmetlerinin bağlı olduğuna inanılır ve açılması için evliyalara gidilip dua edilir, Cuma günleri selâ vakti kilit açılır. (bahtım böyle açılsın diye). Evlenecek çağa gelmiş erkek için, düşünülen kızın evine gidilir. Öncelikle kızdan su istenir, bardağın ve halıların temizliğine, evin düzenine bakılır. İzlenim olumlu ve gençler de birbirini beğenmişse birkaç gün sonra dünür gidilir ve buna ‘dünür düşme’ denir. Erkek tarafının aile büyükleri, oğullarına almayı düşündükleri kız evine giderler. Yapılan sohbet içerisinde en yaşlı kişi konuya girer ve ‘Allah’ın emri Peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz’, kız evi de ‘kısmetse olur’ derler. Ancak, kız hemen verilmez, birkaç kez gidilir. Kız evi, kızı vermeye niyetliyse, erkek tarafını araştırıp soruşturduktan sonra, uygun görülmüşse, gelmeleri için haber gönderir.
Kına Gecesi:Cumartesi akşamı kız evinde kına gecesi yapılır. Kızın annesi tarafından karılan kına, bir tepsi ortasına konulup etrafına mumlar dikilir. Bulunulan mekanın orta kısmına oturan geline kına seti giydirildikten sonra kına türküleri ve ilahilerle gelin ağlatılır. Avucuna altın konularak geline kına yakılır. Davul zurna eşliğinde damatla birlikte kız evine kına almaya gelinir. Karılmış olarak hazır duran kına, etrafında mumlar, çerez, havlu, mendil konulan tepsi içerisinde damadın sağdıcına satılır. Kına alındıktan sonra (köy ise kız evinden bir de tavuk alınarak) oynaya oynaya erkek evine dönülür.
Damat Kınası:Damada kına yakılırken; sağdıç parmağını kınaya banarak elini yukarı kaldırır, bir iki üç diye saydıktan sonra bekar gençler kınalı parmağa ulaşmaya çalışırlar. Kim önce kınayı almışsa ilk onun evleneceğine inanılır. Kalan kına damadın arkadaşlarına dağıtılır (darısı bekarların başına olsun diye). Kına gecesinde gelinin ve damadın yanında arkadaşları kalır, bu gecede gelinin ayakkabısının altına bekar kızların isimleri yazılır, kimin ismi silinirse onun evleneceğine inanılır.
Gelin Alma:Pazar günü, gelin getirmek üzere gelin arabası süslenir. Akraba, arkadaş, komşu, ve ahbaplara ait araçlardan oluşan konvoyla, gelin evine hareket edilir. Kız evince, gelen araçlara yemeni, şifon, havlu gibi hediyelik takılır. Gelin alıcılardan, genç kızlar bahşiş almak için kapıyı açmazlar ve gelin sandığının üstüne de otururlar. Düğün kahyasınca bahşişler verilir, kapılar açılıp gelinin çeyizi taşınır. Gelin çeyizi yüklenirken alınan "müjde yastığı" damat evine getirilip (gelin geliyor anlamındadır) evde bekleyen kaynanaya bahşiş karşılığı verilir. Gelinin beline, erkek kardeşi kırmızı ‘kardeş kuşağı’ nı bağlar. Gelin, yakınları ile vedalaştıktan sonra babası tarafından gelin alıcılara teslim edilip dualar okunur. Gelin gezdirilerek damadın evine getirilir. Kaynata, bahşiş vermeden gelin arabadan inmez. Gelin eve girmeden, damat yüksek bir yerden gelinin üzerine çerez ve bozuk para serper veya kaynana içinde bozuk para bulunan bir çömleği kırar (kötü huylardan kurtulsun, bolluk olsun diye). Gelin; kuzu postuna bastırılır (kuzu gibi olması için). Eline verilen yağı, kapı eşiğine sürer (yağ gibi eriyip evine ısınsın diye). Üzerine basıp geçmesi için ayağının altına demir leğen konulur (demir gibi sağlam olsun diye). Gelin içeriye girdikten sonra, kendi çeyiz sandığının üstüne kıbleye doğru oturtulur, kucağına erkek çocuk verilir. Gelin, kaynanaya, görümcelere ve orada bulunanlara şeker verir (tatlı dilli olalım diye). Çevreden gelin görmeye gelinir.
Düğün:Erkek evinde, davul-zurna ekibi cuma gününden itibaren çalmaya başlar, düğün evinin belli olması için bayrak dikilir, düğün kahyası, yiğitbaşı tespit edilir. Gelin ve damat adayları tarafından sağdıç (gelin ve damadın düğün boyunca her işini takip eden tecrübeli bir kişi) seçilir. Gelen misafirlere yemek ikram edilir. Buna danışık yedirme denir. Cumartesi günü, köyde ise geniş bir mekan, şehirde ise düğün salonunda kız ve erkek tarafları bir araya gelir. Müzik eşliğinde eğlenilir, davetlilere ikramlar yapılır. Düğün, gelin ve damada takı takılması ile son bulur. Bütün masrafları erkek evi karşılar.
Asker Uğurlama:Askere gidecek gençleri; haftalar öncesi akraba, komşu ve ahbaplar sırayla yemeğe davet eder, harçlık, giyecek gibi hediyeler verirler. Gençler askere gidecekleri gün bütün yakınları tarafından davul – zurna eşliğinde halaylarla, dualarla uğurlanır.
Sünnet Düğünü:Sünnet düğünleri genellikle hafta sonları yapılır. Sünnet olacak çocuk hamama götürülür. Sünnet elbisesi giydirilir. Gelen davetlilerle birlikte araç konvoyu oluşturulur, sünnet olacak çocuğa ve arkadaşlarına çevre gezisi yaptırıldıktan sonra eve getirilerek sünneti yapılır. Gelen davetliler, çocuğu ziyaret ederek hediyelerini verirler. Yemekler ikram edilir, sazlı sözlü eğlenceler yapılır. Ayrıca mevlit okutarak sünnet yapanlar da vardır.
Yöresel Halk Oyunları:Genellikle düğünlerde, kına gecelerinde, özel gecelerde ve askere giden geçler uğurlanırken oynanmaktadır.
1-Yelleme :Bu oyun daha çok askere giden gençler tarafından oynanır. Özünde yiğitlik duygusu taşımaktadır.
2-Mahir Çavuş :Mahir Çavuş, Amasya’nın Göynücek İlçesi’nde yaşamış olan bir yiğittir. İlçenin bir köyünde yaşayan bir kıza sevdalıdır. Onların sevgisine ithaf edilen bu oyun, yöre halkı tarafından halen oynanmakta, benimsenip sevilmektedir.
3-Sim Sim :Ateş etrafında dönülerek, bir el arkada, diğeri havaya kaldırılarak davul-zurna eşliğinde oynanır. Diğer oyuncu kendini göstermeden ortada oynayan kişiye vurarak kovmak amacıyla, nara atarak hızlı bir şekilde oyuna girer ve gösterisini yapar. Burada önemli olan, oyuncunun hareketlerinin çabukluğu ve oyunundaki estetiktir. Ayrıca, anlaşan iki oyuncu karşılıklı gösteri yaparlar.
EFSANELER
Amasya’da yüzyıllardır anlatıla gelen efsaneler vardır. Ferhat ile Şirin, Güzelce Kız (Aynalı Mağara), Kurtboğan, İnci Baba, Serçoban, Lokman Hekim ünlü olanlarıdır.
1-Ferhat ile Şirin:Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir. Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Şehir'e suyu getir, Şirin'i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir. Ferhat'ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde. Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin'in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat'ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda. Ferhat'ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat'ın yanına. Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.
2-Güzelce Kız (Aynalı Mağara Efsanesi):Güzelce Kız, bir kral kızıdır. Dünyalar güzelidir. O kadar güzeldir ki; görenler dayanamaz, yıldırım düşmüş gibi kendilerinden geçerler. Bu yüzden genç kız, hep peçeli gezer, güzel yüzünü kimseye gösteremez. Artık zamanı gelmiştir diye düşünen babası, dört bir yana haberciler çıkarır kızını evlendirecektir ama kim kızının peçesini açıp güzelliğine dayanır, onu dünya gözüyle seyredebilirse kızını ona verecektir. Bu çağrıya yedi iklim, dört bucaktan şehzadeler, vezir çocukları, dünya zenginleri, yiğitler, bilginler, kısacası gençliğine, bilek gücüne güvenenler dört nala Amasya’ya gelirler. Amasya meydanında kurulan özel bölümde bulunan Güzelce Kız bekleyedursun. Kendine güvenen delikanlılar cesaretlerini toplayamaz, yanına yaklaşan ise peçesini kaldırmak istediğinde eli titrer, dizlerinin bağı çözülür. Bu sahneler günlerce devam eder. Bir gün fakir mi fakir, ama yiğit mi yiğit, gerçekten güzel, alımlı bir delikanlı “Ben de şansımı denemek istiyorum!” diye destur alıp tahtın yanına yaklaşır. Herkesin şaşkın bakışları arasında hiç vakit geçirmeden Güzelce Kız'ın peçesini kaldırır. O an öyle bir elektriklenme olur ki, bir aydınlanma, bir alev, bir ateş sarar etrafı. Kimse ne olduğunu anlayamaz. Meydanda bulunanlar korkudan yerlere kapanır. Sonra, sonsuz bir sessizlik içinden kömür kesilir iki genç, yan yana uzanmış şekilde. İki gencin cesedi, şehre yakın yerdeki bağ ve bahçelikler yanında bulunan kaya mezar içinde iki ayrı odaya gömülür. Bu kaya mezarının dışı güneşle birlikte Güzelce Kız’ın yüzü gibi parlamaya başlar. Bu parlaklığından dolayı da, daha sonra kaya mezarın adı " Aynalı Mağara" diye ünlenir.
3-İğneci Baba:İğneci Baba ile kardeş olan Serçoban, Amasya merkeze bağlı Karasenir Köyü’ne yerleşir. Çobanlık ile geçimini sağlayan, hal ve hareketleri, ibadetinin sadeliği ile tanınır. Bir gün Amasya’da ayakkabıcılıkla geçimini sağlayan ağabeyi İğneci Baba’yı ziyarete gelir. Beraberinde de koyunlarından sağdığı sütü bir mendiline çıkılayıp hediye olarak getirir. Amacı, kendi mendiline koyduğu sütün, mendilden sızmadığını göstermektir. Serçoban mendilini kunduracı dükkanının duvarındaki bir çiviye asar. Bu sırada İğneci Baba dükkanında bir bayanın ayak ölçünü almaktadır. Serçoban, bayanın topuklarını görünce, “ne kadar da güzel” diye aklından geçirdiğinde çiviye asılan mendilden süt yavaş yavaş damlamaya başlar. İğneci Baba, kardeşinin niyetinde bozulmalar olduğunu sezer ama hiç birşey belli etmez. Bayan ayak ölçünü verip dükkandan ayrılınca, İğneci Baba, kardeşi Serçoban’a “ Keramet dağ başında ermekte değil, keramet burada, çıkındaki sütü damlatmamakta” der. Mezarı bugün özel bir mekan olarak hazırlanmış, Kocacık Çarşısı’ndadır.